Translate

2 Mart 2011 Çarşamba

Walter Benjamin’den Osmanlı Aydınlarının Işığı Paris…

Cumhuriyeti de etkileyen son dönem Osmanlı aydın ve yazarlarının en önemli ilham kaynağı Paris’tir.

19.yüzyıl Paris’i…

19.yüzyılın ilk yarısından itibaren eğitim için Osmanlının elit aile çocukları Paris’tedirler.
1867’de Sultan Abdülaziz (1830-1876) Paris’e gider, yanında şehzade Abdülhamit (1842-1918) de vardır…

Paris o tarihlerde aynı zamanda İstanbul’dan kaçan muhalif yazar ve aydınların da sığınağıdır.
Osmanlılar, nasıl bir Paris’le karşılaşırlar?

OSMANLI VE CUMHURİYET AYDINI

19.yüzyıl Paris’ini anlamanın en iyi yolu Walter Benjamin’in (1892-1940) çözümlemeleridir.
Benjamin’in yazılı, mekânsal her türlü dokuyu ve özellikle Baudelaire’i (1821-1867) inceleyerek yaptığı çözümlemeler, günümüze ışık tutacak kadar muhteşemdir.

Benjamin’in anlattığı Paris’i tanımak, son dönem Osmanlı ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında da devam eden kültürel ikliminin kaynağını tanımak anlamına gelir.


BENJAMİN'İN ÖNEMİ

Benjamin’in çözümlediği 19.yüzyıl Paris’ini bilmeden;
*Osmanlı’da Tanzimat’tan (1839) sonra ortaya çıkan akımların,
*Ekonomik, toplumsal ve kültürel zemine dayanmadığı için, nasıl az sayıdaki aydın grubu arasında sıkışıp kaldığını;
*Çoğu zaman yapay olduğunu ve aydın-halk uçurumunun Cumhuriyet ile birlikte nasıl devam ettiğini;
*1980’ler ve özellikle 1990’lardan sonra aydınların “aydın” kimliklerini terkederek, zirvelerden nasıl halka indiklerini ve bu süreçte nasıl kimliksizleştiklerini anlayamayız.

“19.YÜZYILIN BAŞKENTİ PARİS”

Prof Ünsal Oskay’ın (1939-2009) 1980’lerden itibaren yazılarıyla Türkiye’de tanınmasını sağladığı Benjamin, Ahmet Cemal’in çevirisiyle Pasajlar’da bütünselliğiyle ortaya çıkar.

19.yüzyıl, bilimin, teknolojinin ve bu zincirin son halkası olarak endüstrileşmenin, üretimin artmasıyla büyük dönüşümlere tanıklık eder.
 
Paris, bu dönüşümlerin merkezidir.

Benjamin’in tanımıyla “19.yüzyılın başkentidir”.

Paris’te “dünya fuarları” düzenlenir, “Pasajlar” inşa edilir ve en önemlisi eskinin Paris’i tümüyle yıkılarak bugünkü Paris yeni baştan inşa edilir.

İLK VİTRİNLER 19.YÜZYILDA PARİS’TE

Dünyada ilk kez “vitrin” Paris’te ortaya çıkmıştır ama Avrupa’ya henüz yayılmamıştır:
Baudelaire’in, nefret ettiği Brüksel’de bulduğu sayısız kusurlardan biri, şairi özellikle öfkelendirir: ‘Hiç vitrin yok burada. İmgelerimi bulunan ulusların sevdiği bir şey olan flaneur’lük yapmak, Brüksel’de olanaksız. Görülebilecek hiçbir şey yok, caddelerden yararlanabilmek de sözkonusu değil.’ Baudelaire, yalnızlığı severdi; ama istediği, kalabalığın ortasında yalnız kalmaktı.”

PARİS YIKILIP YENİDEN İNŞA EDİLDİ

1848’deki ayaklanmadan sonra Paris’in, sokaklara “barikat” kurulamayacak şekilde, devasa genişlikte caddeler ve yeni binalar için, tümüyle yıkılıp yeniden inşa edilmesi gündeme gelir.
Bunun lideri, III. Napoleon döneminde (1852-1870) Seine Bölgesi Belediye Başkanı olan Baron Georges-Eugene Haussmann’dır (1809-1891).

“İmparatorun buyruğuyla, Paris’e bugünkü kentsel görünümünü vermiştir.”

Haussmann, çalışmalarına 1859’da başlar.

Haussmann’ın çalışmalarının asıl amacı, kentin iç savaşa karşı güvence altına alınmasıydı. Haussmann, Paris’te barikatların kurulmasını artık bütün bir gelecek için olanaksız kılmak istiyordu. (…) Caddelerin genişliği, barikatların kurulmasını olanaksız kılacaktır; öte yandan yeni caddeler, kışlalarla işçi mahalleleri arasındaki en kısa yolları oluşturacaktır.(…) Barikatlar, Komün sırasında yeniden kurulur.”

PARİS PASAJLARI

19.yüzyıl Paris Pasajları ve fuarları, günümüzün alışveriş ikonlarının (AVM/MALL), o günün boyutlarında olanlarıdır.

İşlevleri aslında şaşırtıcı şekilde aynıdır ve değişmemiştir:

“Paris pasajlarının çoğunluğu, 1822’yi izleyen on beş yıl içerisinde yapılır. Bunların yükseliş döneminin birinci koşulu, tekstil ticaretindeki büyük yoğunlaşmadır. İçlerinde o zamana değin alışılagelenden daha çok mal depo eden ilk kuruluşlar olan yeni eşya mağazaları (magasins de nouveaute), bu dönemde ortaya çıkmaya başlar. Bunlar büyük mağazaların (warenhaus) öncüsüdür. Balzac, bu dönem üzerine şöyle yazmıştır:

‘Vitrinlerin büyük şiiri, renkli dizelerini Madeleine’den Saint-Denis Kapısına kadar seslendirmekte.’ Pasajlar, lüks eşya ticaretinin merkezlerinden biridir. Pasajların donatımıyla birlikte sanat, tüccarın hizmetine girer. O dönemde yaşayanlar, pasajları öve öve bitiremezler.”

İLK GAZLA AYDINLATMA

“Pasajlar, gazla aydınlatmanın ilk uygulandığı yerlerdir. Pasajların oluşmasının ikinci koşulu, demir konstrüksiyonun kullanılmaya başlamasıdır.”

“Demirle birlikte, mimarlık tarihinde ilk kez yapay bir yapı maddesi ortaya çıkar. (…) Konutların yapımında demir kullanmaktan kaçınılır ve demir pasajlar, sergi salonları, istasyon binaları gibi insanların yalnızca gelip geçtikleri mekanlarda kullanılır. Bununla eşzamanlı olarak camın mimarlıktaki kullanım alanı genişler.”

PARİS REHBERİNDE PASAJLAR

“1852 tarihli ve resimli bir Paris rehberinde şu satırlar yeralmaktadır: ‘Endüstriyel lüksün yeni sayılabilecek bir buluşu olan pasajlar, bina kitlelerinin arasından geçen, üstü camla örtülü, mermer kaplı geçitlerdir; bina sahipleri bu türlü spekülasyonlar konusunda aralarında uzlaşmaya varmışlardır. Işığı yukardan alan bu geçitlerin iki yanında en şık dükkanlar yeralmaktadır; böylece bu türden bir pasaj, kendi başına bir kent, küçük bir dünya demektir.”

DÜNYANIN İLK FUARLARI

“Dünya fuarları, adına mal denen fetişin hac yerleridir. Taine, 1855’de: ‘Bütün Avrupa, malları görmek için yollara düştü’ diye yazar.(…) Dünya fuarları, malın değiştirme değerini çarpıtır. Kullanım değerinin arka plana itildiği bir çerçeve yaratır. İnsanın zaman geçirmek için içersine daldığı bir fantazmagori oluşturur. Eğlence endüstrisi de insanı malın eriştiği düzeye yükselterek, bu fantazmagoriye girmesini kolaylaştırır. İnsanoğlu da kendine ve başkalarına yabancılaşmasının tadını çıkararak, kendini böyle bir dünyanın yönlendirmesine bırakmış olur.”

VİCTOR HUGO’DAN BİLDİRİ

“1867 yılında düzenlenen Paris Dünya Fuarı nedeniyle Victor Hugo, “Avrupa Halklarına” başlıklı bir bildiri kaleme alır. (…) Kapitalist kültürün fantazmagorisi, 1867 Dünya Fuarı’nda en görkemli bir biçimde sergilenir. İmparatorluk Yönetimi de iktidarının doruk noktasındadır. Paris, lüksün ve modanın başkenti olduğunu kanıtlar. Offenbach (1819-1880), Paris yaşamının ritmini belirler. Operet, sermayenin sürekli bir egemenliği ütopyasının ironik anlatımıdır.”

19.YÜZYIL PARİS’İNDE EDEBİYAT ORTAMI

“Günlük edebiyat etkinliği, yüzelli yıl boyunca dergilerde odaklaşmıştı. Bu durum, yüzyılın(19.yy) ortalarında değişmeye başladı. Edebiyat, tefrika aracılığıyla günlük gazetede yeni bir sürüm yeri buldu. Tefrika türünün başlaması, Temmuz Devriminin (1830) basına getirdiği değişikliklerin özeti niteliğindedir. Restorasyon döneminde gazetelerin sayıları tek tek satılamazdı; gazete alabilmek, abone olmak koşuluna bağlıydı.

CAFE’LERİN DOĞUŞU

“Yıllık abonman için 80 frank gibi yüksek bir bedeli ödeyemeyenin, Cafe’lere gitmekten başka çaresi yoktu; buralarda ise çoğu kez tek bir gazetenin başında birkaç kişi toplanırdı. 1824 yılında Paris’te 47.000 gazete alıcısı vardı; bu sayı 1836’da 70 bine, 1846’da 200 bine çıktı. (…)

TELİF ÜCRETLERİNİN YÜKSEKLİĞİ

“Çıkış noktası, yani 40 franklık abonman ücreti bir kez oluşturulduktan sonra, yolun ilanlardan tefrika romana uzanması hemen hemen bir zorunluluktu. Bu anlatılanlar, sözü edilen yazılara böylesine yüksek ücret ödenmesinin açıklanmasını oluşturmaktadır.

DUMAS

“1845 yılında Dumas’nın ‘Constitutionelle’ ve ‘Presse’ ile yaptığı sözleşme, kendisine yılda en az on sekiz ciltlik bir üretim karşılığında beş yıl süreyle en az 63.000 franklık bir yıllık gelir öngörmüştü. Eugene Sue’ye ‘Mystreres de Paris’ için 100.000 franklık bir avans ödenmişti. Lamartine’ın 1838-1851 yılları arasında aldığı ücretler, toplum 5 milyon frank olarak hesaplanmıştır. (…)
Dumas’nın evinin bodrum katında bir sürü yoksul yazarı çalıştırdığı söylentisi epey yaygındı. (…)
“Tefrika romanlara yüksek ücret ödenmesi ve sürümlerinin de yüksek olması, bu romanların yazarlarının halk arasında büyük ün kazanmalarına yolaçtı.

“APERİTİF SAATİ” ve “CAFE YAŞAMI”

“Bilgi dağarcıkları Cafe’lerde, aperitif kadehlerin başında dolduruluyordu. ‘Aperitif alma alışkanlığı… bulvar gazeteciliğinin gelişmesiyle birlikte yerleşti. Eskiden, yalnızca büyük ve ciddi gazeteler varken… aperitif saati diye birşey bilinmiyordu. Aperitif, ‘Paris kroniği’nin ve kent dedikodularının mantıki sonucudur.’ Cafe yaşamı, gazete yönetmenlerinin haber hizmetinin aygıtı henüz geliştirilmiş değildi. İkinci İmparatorluğun sonuna doğru elektrikli telgrafın kullanılmasıyla birlikte bulvar, tekelini yitirdi. Kaza ve suç haberleri artık dünyanın her yanından alınabiliyordu.
“Edebiyatçı, karşısına çıkacak ilk olay, espri ya da söylenti için bulvarda hazır bekleniyordu. Meslektaşlarıyla ve sokaktaki adamla ilişkilerinin ağını bulvarda örüyordu ve rüküş kadınlar giyinme sanatına ne ölçüde bağımlıysalar, edebiyatçı da bu ilişkilerin sonuçlarını o kadar gereksiniyordu. Başkalarına çalışma saatlerinin bir bölümü gibi gösterdiği boş zamanlarını bulvarda geçiriyordu.”

İLK DEDEKTİF ÖYKÜLERİ

“Ağırlık noktası, polisiye romanda bu biçimde varlığı zorunlu olmayan bir öğede, mantıksal kurgu öğesinde odaklaşan dedektif öyküsü, Fransa’da ilk kez Poe’nun öykülerinin çevirileriyle ortaya çıkar. ‘Marie Roget’nin Esrarı’, ‘Morg Sokağı Cinayeti’, ‘Çalınmış Mektup’ gibi. Baudelaire, bu modelleri çevirmekle, bu türlü de adapte etmiştir.”

“Dedektif öyküsünün başlangıçtaki toplumsal içeriği, bireyin izlerinin büyük kentin kalabalığında silinmesidir.”

(Pasajlar, Walter Benjamin, YKY Yayınları)

Abdülhamit Döneminde Kitapçılar Arttı

“Düşün ve yazı özgürlüklerinin kısıtlanmış olmasına, basın üzerinde acımasız bir sansürün uygulanmasına karşın, özellikle çeviri alanında ve edebiyatta önemli yapıtlara rastlanmaktaydı.
“Dinin büyük baskısının yanısıra, Abdülhamit dönemi, dini kitapları dışında bir kitapçılığın yaygınlaşma ve ağırlığını duyurma dönemi oldu. Ciddi ve etkin olabilecek toplumsal, siyasal vb. gibi kitaplar yayınlanmasa bile, halk için yazılmış macera kitaplarının çevrilip, basılması halkı okumaya karşı duyarlı hale getirmekteydi.

JULES VERNE’NİN ROMANLARI

Jules Verne’nin romanları, Üç Silahşörler, Monter Kristo, Pardayanlar, Ekmekçi Kadın vb. gibi
romanlar kitapçıları zengin edecek düzeyde, peynir-ekmek gibi satılıyordu. Serüven, gezi ve fen konularındaki kitapların yanısıra ünlü polis romanları da Türkçeye de kazandırılmaktaydı. Padişahın bile polis romanları okumaya meraklı olduğu söyleniyordu. Bab-ı Ali’den Sirkeci’ye inen ünlü yokuşun (Ankara Caddesi diye sonraları ad alan) kitapçılarla dolması; düşün ve yazı yaşamının bir simgesi niteliğini kazanması o yıllara rastlar.



DİLDE ARILAŞMA BAŞLADI

“Çok sayıda kitabın basılması, kitap işinin ciddi bir ticaret halini alması dil konusunda önemli diyebileceğimiz dönüşümlere neden oldu. Yazma dili sadeleşti. Resmi yazışma dilinin ağdalı yapısını geride bıraktı, daha doğru bir deyimle üstünden attı. Kitap satışı açısından bu zorunluydu. Böylece dil arılaştı, konuşma dilinin duruluğuna yönelik zorunlu dönüşümleri geçirdi. Bu arada dilde arılaşma bir edebiyat sorunu olarak ele alınmaya başlandı.

DARWİN ÇEVRİLDİ

Abdülhamit dönemi, A. Mithat, Şemsettin Sami, Hüseyin Rahmi, Hüseyin Cahit, Ahmet Rasim gibi yazarların bir dizi çeviriler yaptığı yayınladığı dönemdir. 1908’den önce yayınlanan kitaplar tarandığında, Haeckel, Schopenhauer, Bürchner, Darwin, Renan, Taine, Spencer, Le Bon, Poincare, Ribot, Ricket, Flamaion, S. Mill, Flaubert, Balzac, Zola vb. gibi adlara rastlanmaktadır.”

(Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1839-1950, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi)

Yeni Osmanlıların Sığınağı Paris…

“1867 yılının ortalarına kadar Namık Kemal, Ziya Bey, Ali Süavi, Reşat Bey, Nuri Bey, Agah Efendi, Mehmet Bey, Rıfat Bey ve Hüseyin Vasfi Paşa Paris’e kaçmış bulunuyorlardı. Şinasi, zaten 1865’ten beri Paris’te bulunmaktaydı.”

PARİS’TE ÖRGÜTLENDİLER

Yeni Osmanlılar, derneklerini Avrupa’da da kurarak çalışmalarını sürdürdüler ama bir süre sonra aralarında görüş ayrılıkları ortaya çıktı. Şartların değişmesi üzerine İstanbul’a döndüler.


“Nitekim yurda dönüşlerinde Hugo, Montesquieu, Lamartin, Concorcet, Voltaire, Moliere ve Rousseau gibi yazarların yapıtlarını Türkçeye çevirdiler.


NAMIK KEMAL’İN 25 BİN SATAN GAZETESİ

"Daha ilginci, Namık Kemal’in çevresinde toplanarak, ‘İbret’ gazetesinin çıkmasını sağladılar. Namık Kemal, Ebuziyya Tevfik, Reşat Nuri bu gazetede çalışıyorlardı. 1872 Haziranında çıkan ilk sayı İstanbul’da büyük olay yarattı. ‘Gazetenin ilk sayısının çıktığı gün, İstanbul sokaklarında alışılmamış bir canlılık vardı. Halkı her şeyden daha çok ve tüm reklamlardan daha fazla gazeteyi çıkaran jön-türklerin adları etkiliyordu. İlk sayı çabucak satıldı. O gün beş bun nüsha olarak ikinci baskı yapıldı. Bu ilk sayının hepsi toplam olarak 25 bin nüshayı buldu.”

Ancak dört ay sonra “İbret” kapatıldı ve yazarları da değişik yerlere sürgün gönderildi.

(Türkiye’nin Demokrasi Tarihi 1839-1950, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi)

“YENİ”nin Hikmeti ve Şinasi…

Bir şeyi ortadan kaldırmak istiyorsanız başına “YENİ” kelimesini ekleyin, sonrası gelir…

Tabii Şinasi’nin ne böyle birşeyden haberi vardı, ne de böyle bir niyeti…

Ama 19.yüzyılın ikinci yarısında Osmanlı’nın önemli aydınlarından biriydi ve bilmeden bu adımı atan kişi oldu.

Sosyal-siyasi tarihçi Tevfik Çavdar, genç Osmanlı subayların Kırım’da aynı saflarda çarpıştıkları İngiliz ve Fransız meslektaşlarının etkisiyle meşrutiyet düşüncesine yöneldiklerini ve liberal görüşlerin yayıldığını anlatır:

“… bu eylemleri oluşturan ideolojik koşullar 1860’lı yılların başında ortaya çıkmaya başladı. İdeolojik koşulları oluşturan çekirdek, ‘Tasvir-i Efkar’ gazetesi çevresinde gelişti. Bu gelişimde Türk düşün adamı Şinasi’nin yeri ve etkisi büyüktür. ŞinasiYENİ OSMANLILAR’ hareketini başlatan kişidir. ‘YENİ OSMANLILAR hareketini pek çok akımlar etkilemiş olsa bile, hareketin fikirsel geleneklerinin temeli tek kişi tarafından atılmıştır; yapıtlarıyla Türk aydınlarına 19.yüzyıl Avrupa’sının sosyal ve politik görüşlerini tanıtan, şair Şinasi Efendi’dir.’

“ŞAİR EVLENMESİ”

Şinasi Türk kamuoyunca bir sanatçı, bir şair olarak tanınır. Oysa Şinasi, Türk siyasal yaşamındaki etkisi ile sanatçı yönünden daha önemli olan bir kişidir. Şair Evlenmesi adlı yapıtı Türkiye’de ilk çağdaş tiyatro örneği olması yanısıra, içerdiği ilerici düşünceleri yönünden de önemli bir aşamayı simgelemektedir.


PARİS’TE OKUDU

Şinasi bir subay çocuğudur, yani bürokrat aileden gelmektedir. Babası, o küçük yaşta iken öldüğü için yoksulluk içinde büyüdü. Rastlantıların sonunda diye niteleyebileceğimiz biçimde Mustafa Reşit Paşa’nın girişimiyle Avrupa’ya öğrenim için gönderilen gençlerin arasına katıldı. 1852 yılına kadar uzun bir süre (yaklaşık 10 yıl) Paris’te kaldı. (…) Nitekim bazı kaynaklara göre Şinasi 1848 devrimi sırasındaki siyasal eylemlere de aktif olarak katılmıştır. Diğer yandan Şinasi’nin Lamartin ve Renan’la tanıştığı, dönemin liberal çevreleriyle sıkı ilişkiler içinde bulunduğu bilinmektedir.”

BATILILAŞMANIN İDEOLOJİK TEMELİ

Şinasi’nin bir başka yanı da ‘reformlardan’ sözeden ve devlet yönetiminde sorumluluğu olmayan bir kişi oluşudur. Adeta halktan biri, sade bir aydın olarak bu önerilerini yapmaktadır. Şinasi Türkiye’de batılılaşmanın ideolojik temelini oluşturan kişidir. Onun düşüncesine göre batı kurumlarının Türkiye’ye getirilmesi, geriliğin aşılmasında en büyük adımın atılmasıdır.”

“YENİ OSMANLILAR CEMİYETİ”


Şinasi, Namık Kemal, Ali Süavi gibi muhalif aydınlar 1860’lı yılların ilk yarısında basın yoluyla bir kamuoyu oluşturmuştu ancak bir örgütlenmeden düşüncelerini uygulamaya geçiremeyeceklerini gördüler.

“Örgüt, 7 Haziran 1865’te Belgrat ormanlarında düzenlenmiş bir piknik görüntüsü altında kuruldu. Örgüt ilk zamanlarda ‘Yurtseverler Birliği’ adını almışsa da, kısa bir süre sonra bu adı, tarihte önemli bir yere sahip, ‘Yeni Osmanlılar Cemiyeti’ olarak değiştirmiştir.

(Türkiye’nin Demokrasi Tarihi, 1839-1950, Tevfik Çavdar, İmge Kitabevi)