Translate

7 Temmuz 2011 Perşembe

Ahmet Haşim’in İlk Şiirinin Hikayesi…

Bağdat doğumlu şair Ahmet Haşim, Fizan mutasarrıfı babası Arif Hikmet Bey ile 1891’de altı yaşındayken İstanbul’a geldiğinde, Türkçe yerine Arapça bilen bir çocuktur. Galatasaray Mektebi’ne 12 yaşında başlamasından üç yıl sonra, “Şair Haşim” olarak anılmasına yolaçan “Şi’r-i Kamer”i yazdığında, o günlere özgü Arabi ve Farisi çok sayıda kelimeyi kullanmasının nedeni de bu dillere daha aşina olmasıdır. 

Haşim’in Galatasaray’dan arkadaşı Abdülhak Şinasi Hisar, bu şiirin, Haşim'in bütün hayatınca devam eden kafiye yanlışlarıyla dolu olduğunu ifade eder:

Şİ'R-İ KAMER: AY'IN ŞİİRİ

Şi’r-İ Kamer, ay’ın şiiridir. İçinde ismi söylenmeyen şehir, o zamanki Fuzuli’nin diyarı olduğunu bildiğimiz, Bağdat’tır. Hafızamızda hala Binbir Gece Masalları’na karışan hem muhteşem hem esrarlı görünen Bağdat.. (…) Şairin annesi akşam, gece saatlerini sever. (…) Çocuk, annesinin yanındaki zamanlarda duyduğu bütün hisleri, bütün sesleri, duymaya koyulur. Annesi, her akşam, ay’ın doğmasını bekler. Yanında ‘puşide’ (örtülü), ‘kamer gözlü kadınlar’ görülür. Duyulan sesler, kendinin ilanihaye duyacağı, her zaman hatırlayacağı seslerdir. Kadın sesleri, köpek sesleri, gecenin yeisine ağlayan bir bülbül sesi, 

Bir giryeli (gözyaşlı) ses, belki kadın, belki de erkek
Söyler gecenin şi’rine bir aşk, bir ahenk…

“Bütün bu sesler, bir daha unutulmayacak ve mukaddes hatıralar halinde ilanihaye duyulacaktır. Şairin her mısraında yad etmek ihtiyacını duyacağı bu hatıralardır. Nakşolunacak bütün bu hatıralar, bilhassa, annesini kaybedince dünyada yalnız kalmanın duyuracağı hicran ve buhran duygularıdır. Bütün hislerini hep hatıralar halinde duyurur.

Hep hatıralardır ki geçen günlere inler,
Hep hatıralardır ki ziyan ufku sararken
Sessizce gelir hepsi gezer ruhumu birden…

Şi’r-i Kamer, çocukluk zamanlarının hatıraları olduğu gibi, o bunları daima birer zevk ve birer hastalık gibi duyardı. 

"BAĞDAT'A DÖNMEDİ"

Ahmet Haşim'in, biraz çocukça kalan ilk manzumelerini bitirdikten sonra derhal halis bir şair mizacıyla, güzel sandığımız nice mısralarını atarak, onların yerine gizlice ruhunda duyduğu mahrem ahenkleri duyurabilmek için her mısraında asıl şiir cevherini bulmak için, yaptığı cehd ve ısrar, bir sihirbazın mucizesine benziyordu. Şi’r-i Kamer, ayrı ayrı parçalar halinde yazılıyor, mısralar değiştikçe daha güzel, daha müessir oluyorlar ve bunlar sonuncu şekillerini alıyorlardı. (…)
“Senelerden sonra Ahmet Haşim daha yeni yazdığı güzel şiirlerini Göl Saatleri’nde toplarken bu Şi’r-i Kamer’ini, bu ilk kitabına ithal etmek istememiş ve bunu ancak ikinci kitabı olan Piyale’yi tab ettirirken onun içine almıştı. (…) Ahmet Haşim, hiçbir zaman Bağdat’a dönmek ve doğduğu bu yerleri tekrar görmek ihtiyacını duymamıştı. Hatta oradan kendisine küçük bir irad getiren yeri satıp orasıyla rabıtasını büsbütün kesmeyi tercih etmişti.”

(Ahmet Haşim: Şiiri ve Hayatı, Abdülhak Şinasi Hisar, YKY Yayınları)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder