Translate

10 Temmuz 2011 Pazar

Attila İlhan’dan “Türk Şiir İmparatorluğu”


Attila İlhan, 1980 sonrası yazılarında sık sık şiir okuyanların azalmasından, birçok şairin unutulmasından yakınır. Türk şiirinin edebiyatta her zaman koruduğu tahtının sarsılmaya başladığını görmekten büyük üzüntü duymaktadır.

Bu öyle bir hale gelir ki, bir yazısında, kendince adeta, “N’olur şiir okuyun!” diye yalvarır.

*İşte Attila İlhan usulü yalvarış!

“Doğru söyleyin, vallahi birşey yapmayacağım: Elinize şiir kitabı almayalı kaç yıl oldu? Kaç yıldır, iyi kötü bir şairin, herhangi bir şiir kitabına, cigara parasına kıyıp, üç beş kuruş ödemediniz? Kaç yıldır şairleri, radyo reklamlarında katledilen mısralarından; sözüm ona bestelenmiş, -aslında canına okunmuş- şiirlerinden izliyor; üstelik hala kendinizi, ‘ilerici’ bir aydın sanıyorsunuz?

“Yahu ne oldu bize? O tahammülfersa (dayanılması zor) burun büyüklüğümüz, akıl almaz kendini beğenmişliğimizle; Divan şiirimizi nasıl gömdük, Tanzimat şiirimizi nasıl çöplüğe attık; nasıl Servet-i Fünun’cuların adını bile bilmiyoruz; nasıl Hececiler tu kaka Yedi Meşaleci'ler ilkel sayıldı; daha sonrakilerse ya gerici ya da komünist…

“Yeryüzünün en büyük şiir imparatorluklarından birisi olan Türk Şiir İmparatorluğu bu kadere, bu muameleye layık mıdır?

“Ayağa kalkın efendiler!”


“ŞİİRE VEFASIZLIK NİYE?”


Attila İlhan, “şiir sorununa” kafa yorduğu yazılarından birinde, sorumluluğun bir bölümünü batıda da “şiire ilginin kaybolmuş olmasına” bağlasa da, asıl sorunun şairlerden kaynaklandığına hükmeder. 

**Attila İlhan’ın şairlerde bulduğu sorunlara bakarsak:

“Öyledir de, niye paraya kıyıp şiir kitaplarını almaz; buhranlı saatlerimizde bir türlü ad koyamadığımız duygulara, şairlerin nasıl ad koyduğunun tadına varmayız? Birkaç şair istisna edilirse, ülkemizde şiir kitapları, en az satılan kitaplar arasındadır. Nice büyük armağan kazanmış şairler, kazandıkları armağanın bile, kitaplarının sürümünü artıramadığını hayret ve dehşet içinde görürler. Oysa ceddimiz, o ince elyazılarıyla şairlerin divanlarını göznuru dökerek kopya etmiş, nesilden nesile aktarıp, günümüze kadar gelmesini sağlamıştır. Bizdeki bu sağırlık niye, şiire karşı bu vefasızlık?

BATIYA MI BENZEDİK?

“Bazı açıklamalar denenebilir. 

“Batı ülkeleri (gelişmiş dediklerimiz), şiire ilginin kaybolmasını, sanayi toplumundaki sert yaşama biçimine bağlıyorlar. Çıkarlardan duygulara yer kalmıyormuş ki, şiire kalsın. Ayrıca, görsel sanatların aşırı gelişmesinin, (sinema ve televizyon kastediliyor) okuma sanatlarını gerilettiği ileri sürülüyor. Bilmem bu gerekçeler bizim toplumumuz için geçerli sayılabilir mi?”

“TÜRKÇE SOMUT BİR DİL OLDUĞU İÇİN..”

“Bana sorarsanız, halkla şiir arasındaki kopuklukta kabahatin yarısı halkın tembelliğiyse, yarısı şairlerin tutturdukları havada. Acaba şöyle anlatabilir miyim? 

“Türkçe her haliyle somut bir dildir, öteki dillere oranla, her şeyini somutça anlatır. Türkçede biz kızdık mı ‘küplere biner’, sevindik mi ‘bir kol çengi’ oluruz, ‘eteklerimiz zil çalar’. Ağlarsak, ‘iki gözümüz, iki çeşmedir’. Ayrılırsak, ‘ciğerimiz yanar’, vs. Zaten halk şiiri Türkçesi, bütünüyle bu somutluk üzerine kuruluyor. Divan şiiri, her ne kadar soyut bir güzelleme gibi görülürse de, imgeleriyle son derece somut ve vurucudur. Söz gelişi Galip Dede (Şeyh Galip), ünlü beyitinde ne diyor:

SORUN ŞAİRLERDE Mİ?

‘Bir şu’lesi(ateş alevi, ışığı) var ki şem-i(mum) canın
Fanusuna sığmaz asmanın(gök)’

“Can mumunun bir ışığı varmış ki, göklerin fanusuna sığmaz imiş. İmgenin somutluğu, ifadenin soyutluğunu ortadan nasıl kaldırıyor gördünüz mü? Demek Türk şiir geleneği, somut Türkçenin somutluğu üzerine kurulmuştur. Oysa epeycedir Türk şairlerinin önemlice bir kısmı, alafrangalık olsun diye, soyut bir şiir geliştiriyorlar. Halk buna alışmamış, alışacağı da yok. Hele bu soyut şiir anlam ve çağrışım yükü sıfıra yakın uydurma kelimelerle yazıldı mı, okura takılabilecek hiçbir kancası olmuyor. Soğumanın bir sebebi bu. Millet sanki kendi şiirini okumuyor, kefere şairlerinden pek de tadına varamadığı çevirileri okuyor.

“İMGE ŞİİRİN BELKEMİĞİ”

“İkinci neden, daha önemlidir sanıyorum. Özellikle Orhan Veli ve takımı, çağdaş şiir budur diye, yalınlık sevdasına, şiirden vezin ve kafiye disiplinini, hatta imgeyi dehlemiştir. Oysa imge şiirin belkemiğidir, vezin ve kafiye ise, deyişi gerçekleştiren araçları. Vezinsiz kafiyesiz şiir yazmak, aklına geleni altalta sıralamak değil; tam tersine, her şiir için orijinal bir vezin yaratmak anlamına geliyor. Bu anlatılamamıştır. İmgesiz, vezinsiz veya kafiyesiz, öyle yaveler şiir diye yazılıp piyasaya salınmıştır ki, şiir okurunun onlardan kopmasını yadırgamak bence yanlış olur.”

*4 Aralık 1987 tarihli yazı
**23 Mayıs 1982 tarihli yazı

(Hangi Edebiyat, Attila İlhan, Bilgi Yayınevi) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder