Translate

21 Şubat 2011 Pazartesi

Tanpınar’dan Şiir Dersleri II

Şiir nedir? 
 
Her kafiyeli cümle dizisi şiir midir? 

Gerçek şiir hangisidir?

Hangi şiirler yaşar, hangileri popülerlik fırtınasından sonra uçar, kaybolur?


Ahmet Hamdi Tanpınar (1901-1962) , bütün bu sorulara kafa yormuş ve bulduğu cevapları yazılarına yansıtmıştır.

Tanpınar’ın, altının ayarını bir bakışta anlayan kuyumcudan farkı yoktur.

TANPINAR’IN ŞİİR TERAZİSİ

İşte Tanpınar’ın şiir terazisinden bazı notlar:

“Bir şairin büyüklüğünü anlamak için yaptığı şeyler kadar bozduğu şeyleri de hesaplamak lazımdır. Hakiki sanatkar bozarak yapar. Kendinden evvel mevcut olan his ve hayal tarzlarını aynen kullanan sanat eseri ölü bir eserdir. Onun için her şair kullanacağı kelimeleri evvela lugata bakir olarak iade eder. Bununla beraber her eserde az çok ölü bir taraf vardır ve hazin olanı en iyi eserler bile çok defa ölü taraflarıyla kendilerini sevdirirler.”

TÜRK ŞİİRİNDE İKİ FARKLI DAMAR

Tanpınar, Tanzimat’tan itibaren Türk şiirinde ortaya çıkan ve günümüze kadar devam eden iki farklı akımı tespit eder ve onları, biraz da ikincisine karşı olduğunu, abartılı yorumuyla gösterir:

“İki sanat zihniyeti ta Tanzimat’tan beri memleketimizde karşı karşıyadır. Bunlardan birincisi asırlardan beri gelen bir zevk terbiyesinin mahsulüdür; bu zihniyet ister ki sanat sadece güzel’lik peşinde koşsun ve güzel denilen şey de – bittabi şiir için dilin imkanları içinde aransın—mükemmele yaklaşan bir form içinde ve o form yoğrulurken elde edilsin. (…)

BAŞLANGIÇ NAMIK KEMAL’LE

“İkinci zihniyet şiirin hayat ve cemiyetle çok sıkı bir münasebeti olmasını, onun gündelik manzumelerini, ihtiyaçlarını, içinde gizli temayülleri ve atılmağa hazırlandığı büyük hedefleri hazırlamasını ister.

Namık Kemal, son devirlerinde Fikret, Akif, Mehmet Emin, günümüzde Nazım bu ikinci telakkinin idare ettiği şair olmuştur. İstidat (yetenek), şahsi sanat telakkisi, muvaffakiyet itibariyle birbirinden çok farklı olan ve tahakkuk ettirebildikleri eserlerin keyfiyeti itibariyle birbirine hiç benzemeyen bütün bu şairler bir tek noktada birleşirler: Günün ve hayatın emirlerini sanatın üstünde tutmak.” (1939)

ŞİİRİN SINIRLARI

Şiirin hiçbir zaman gerçek anlamıyla çevrilemeyeceğini savunan Tanpınar, şiirin bu kapalı yapısının dil açısından önemine sık sık vurgu yapar:

“Belki bir bakıma tek milli sanat şiirdir. Öbürlerinin hepsinde, milli karakterin hakiki şahsiyeti yaptığı muhakkak olmakla beraber, milletlerarası bir taraf vardır. O kadar ki, onların milletlerarası pazarı, mücadele yeri bile vardır. (…)

“Buna mukabil yaşadığı memleketin dışında şöhretini yapan tek şair yoktur. Hiçbir millet, büyük bir şairini başka bir milletin yardımıyla tanımamıştır. Şiirde, şöhret yerinde teşekkül eder.

MİLLETİN TACI

“Şiir bir iç kale sanatıdır. Çünkü dil, vasıta olarak değil, malzeme ve nesiç olarak kullanıldığı zaman milletin iç kalesidir. Böyle alınınca, bir milletin insanının, tarihinin, kültürünün ta kendisidir, köpüğüdür, çiçeğidir, tacıdır. Onunla yapılan sanat, bir iç kale sanatı olur. Zaferlerini yavaş yavaş oradan yapar. Şairin Roma’sı kartallarını zamanla surlarının dışına çıkarır.”

TERCÜMESİ İLE SEVİLEN ŞAİR VAR MI?

“Şiir yazıldığı dilin içindedir. Tercümesi ile sevilen şair hemen hemen yoktur. Yahut şiiri için değil, düşüncesi için sevilir. Meğer ki çok büyük bir itidadın, bir nevi dehanın eline geçsin. Hayyam’ın İngilizcede Fitzgerald’ı, Türkçede Yahya Kemal’i bulması gibi mesut bir tesadüf olsun. Fakat bu cins tercümelere de tercüme demek pek kabul olmaz. Verlaine ve Mallarme’nin Almancaya Stephan George tarafından, Valery’in gene aynı dile Rilke tarafından yapılan tercümeleri cinsinden eserler, Rönesans devrinde şahsi eser addedilirdi. Böyle az çok eşit dehaların birbirini bulması bir tarafa bırakılırsa, bir şiirin kendi şekli dışına nakli imkansızdır. Meğer ki şiir gittikten sonra elde kalanı, yani his küllerini, hayal işlerini ve düşünce benzerlerini, kısacası Valery’nin tabiriyle bayram ve şehrayin artıklarını sevelim.

MELAMİ DERVİŞİ

“Şiir, hikayedeki Melami dervişine benzer. Ateşe atılınca derviş sır olur, yalnız tacı ile hırkası kalır.”

“Bazı şairler yaşadıkları devirlerde kendi dillerinin hudutlarını aşmışsa, bunun kerameti yazdıkları dilin tanınmasındadır. Mesela asrımızda Rilke, Valery, T.S. Eliot için olduğu gibi. İyi yetişmiş her Avrupalı Fransızca, İngilizce ve Almancadan hiç olmazsa ikisini bildiği için bu şöhretlerin tesisi kabul olabilmiştir. Valery’nin İngilizce yazılmış bir kitabı vardı, Rilke Fransızca –çok hususi şive ve edası olan—şiirler yazardı. Eliot, kendisi her iki dili bilir. Her üçünün vatandaşları ise, tabii aydın ve onun üstündeki seçkin tabaka, bu dillerin bütün güzelliklerine sahiptirler. Onun içindir ki, bu şairlerin eserleri her tarafta bütün lezzetlerine varılarak okunuyordu.

“Gerçeği şu ki, entelektüel Avrupa daha XVI ncı, hatta XV inci asırlardan beri bir tek aile gibi yaşamağa alıştığı için, şiirde kolayca dünya ölçüsünde şöhret kurulabiliyor. Geçen asrın başında Byron, Goethe ve Hugo’nun şöhretlerinin sebebi budur.”

SHAKESPEARE

“O halde şöhret bazen bizi aldatır. Dünya ölçüsü bazen geçici bir sıtma oluyor. Fırtına geçince şöhretler cetveli yeni baştan kuruluyor, demektir.”

“Bugünün, Shakespeare’in unutulduğu devirlerden farkı, tenkitin daha uyanık olmağa çalışması, değişmez yahut zaruri değerler üzerinde duran insanların çok olmamasındandır.

“Bazen da şaşırmaz. Byron, Goethe, da Vinci’de, Michel Ange’da olduğu gibi.

“Bazen de öyle yanılır ki, gelmiş geçmiş bütün şairlerin en büyüğü olan Shakespeare’de olduğu gibi iki asır farkına varmaz.”

(Edebiyat Üzerine Makaleler, Ahmet Hamdi Tanpınar, Dergah Yayınları)
(Mücevherlerin Sırrı, Ahmet Hamdi Tanpınar, YKY Yayınları)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder