Translate

6 Temmuz 2011 Çarşamba

Attila İlhan’ın, Simone de Beauvoir’la Tanışması…

Attila İlhan, 1960’da Fransızcayı edebi bir dil olarak geliştirmek amacıyla yeniden Paris’e gider ve Fransız arkadaşının teşvikiyle Fransızca bir roman yazar. Ama bunu bir yayınevine göndermek istemez, çünkü dilinin yetersiz olduğunu düşünmektedir. Arkadaşı Claude, “Bunu Simone de Beauvoir’a gönderelim” der. İlhan romana, kısa bir mektup ekler ve “Ben bir Türk yazarım, şu an Paris’te yaşıyorum. Bir roman yazacaktım, Fransızcam gelişiyor mu diye Fransızca yazdım, olmuş mu, bir gözatabilirseniz falan… Fikriniz benim için kıymetlidir falan…” diye yazar.
Ama gönderdikten sonra pişman olur çünkü Beauvoir’ın romanını okuyacağına inanmamaktadır, “Lüzumsuz yere gönderdim.” diye düşünür.

“ROMANCILIĞINIZDAN ŞÜPHE ETMEYİN...”

Ama bir hafta kadar geçtikten sonra, “Okunmaz bir el yazısıyla” Beauvoir’ın mektubu gelir: “Kitabınızı okudum, çok enterasan buldum. Bana göre, Türkiye’yi Nazım’dan daha gerçekçi anlatıyorsunuz. Kitabınız çok ‘Türk’, keşke biraz ‘Fransız’ olsaydı.” demektedir. Beauvoir ayrıca İlhan’a kitabı hakkında görüşmek için randevu vermiştir. 

Attila İlhan, Beauvoir ile görüşmesini ve onun hakkındaki izlenimlerini de anlatır:

“Tabii telaşa kapıldım, Fransızcamın yeterli gelip gelmeyeceğinden endişeleniyorum yine. Randevu verdiği kahveye gittim. Simone de Beauvoir acuze kılıklı bir kadınla oturmuş, masada sohbet ediyor. Önce o görüşmenin bitmesini bekledim. Kadın kalksın gitsin diye bekliyorum, giden yok. Sonunda baktım, başka çare yok, başına dikildim. Baktı, ‘Aaa, siz o musunuz?’ dedi. ‘Oturun,’ dedi. İşte orada konuştuk. ‘Bu roman,’ dedi, ‘Fransa’da rahatlıkla yayımlanır, mesele de olur. Romancılığınızdan hiç şüphe etmeyin. Üstelik bir üslubunuz da var. fakat bana sorarsanız Gallimard’ı tavsiye etmem…’ Şimdi burada gereksiz bazı şeyler söyledi Gallimard Yayınevi için. ‘Başka bir yayınevine bakalım,’ dedi ve ‘Ve eğer burada kalıp bundan sonraki romanınızı Fransızca yazarsanız, iyi olur…’ Böyle diyor. Ben çok teşekkür ettim ve kadından ayrıldım.”

“BEAUVOİR ASİLDİ, AMA…”

Simone de Beauvoir iki ayrı izlenim bıraktı bende. Bir profesör edasıyla konuşuyordu… Bir tarafıyla hoşuma gitti, bir tarafından rahatsız oldum. Hoşuma giden tarafı, asildi. Margot’tan farklı bir asil. Öyle yukarıdan bakan bir edası yoktu, kesinlikle yoktu. Dolaysız, direkt bir insan. Hoşuma gitmeyen tarafı, aşırı bir rasyonalizm gördüm onda. İşin duygusal, çoşku yanı onu hiç ilgilendirmiyor. Basılır mı basılmaz mı, ona bakıyor. Pek de sanatkarca bir yaklaşımı yok."

Attila İlhan, bunlar olurken bir yandan da Fransa’da sürekli oturma izni almak için çabalamaktadır; tam o sırada babasının ölüm haberi gelir ve Türkiye’ye kesin dönüş kararı alır. 


FRANSIZCA DÜŞÜNME KORKUSU 

Attila İlhan'ın, bunun öncesinde de Türkiye’ye dönüşü ciddi olarak düşünmeye başlamasının başka bir nedeni daha vardır:

“Dört beş mısralık bir şiir söyleyeceğim, belli, geliyor, mısralar oluşuyor. Ezberlemeye çalıştım. Ben öyle yaparım, ezberde tutarım. Eve gelince, vahameti farkettim. Fransızca! Şiir Fransızca geliyor! Buna çok üzülmüştüm. Sonra onu Türkçe yazmaya kalktım. Orada da başka bir sorun çıktı karşıma: Türkçeye çevrilmiyor. Yani bir şiiri başka bir dile çevirmek zor, hele şairin kendisi için. (…) Olay beni çok rahatsız etmişti. Babamın vefatı bu dürtüyü, dönmek dürtüsünü kesinleştirdi, hakikate çevirdi. Anneme telgraf çektim, geliyorum diye.”

(nam-ı diğer kaptan, ‘Attila İlhan’ı Dinledim’, Söyleşi: Selim İleri, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder