Translate

13 Ocak 2012 Cuma

Oscar Wilde, “Dorian Gray"i Neden Yazdı?


Ölümünden sonra Oscar Wilde ile ilgili anılarını yazan Andre Gide, Kuzey Fransa’daki cenazesine gidemediği için üzgündür ama oradaki tabloyu şu sözlerle aktarır:

Oscar Wilde Beaux-Arts sokağındaki sefil bir otelde öldü. Cenazeye yedi kişi katıldı; üstelik hepsi mezarlığa kadar gitmedi. Tabutun üzerine konan çiçekler, çelenkler arasında sadece birinin üzerinde yazı varmış; otel sahibinin gönderdiği çelengin üzerinde şu sözler yazılıymış: KİRACIMA.”

Wilde’ın hazin sonu ve hayatı birçok yazara konu oldu. 

Gide ise onunla ilk karşılaşmalarından son görüşmelerine kadar Wilde’da gözlemlediği değişimi ve onun yazar kişiliğini en güzel özetleyen yazar oldu.

“DEHAMI HAYATINA HARCADIM”…

Wilde’ın ünlü, “Ben bütün dehamı hayatına harcadım; eserlerime sadece yeteneğimi harcadım” sözlerini aktaran Gide, onun için, “Büyük bir yazar değildi ama kelimenin tam anlamıyla büyük bir hayat adamıydı. Yunan filozofları gibi Wilde da bilgeliğini yazıya dökmez, konuşmasıyla ve hayatıyla aktarırdı; bilgeliğini tedbirsizce, insanların uçucu belleğine emanet ederdi, suyun üzerine yazar gibi.” yorumunu üzüntüyle aktarır.

Gide, hapse girmesinden önce Cezayir’de karşılaştığı Wilde’a, “Niçin daha iyi oyunlar yazmıyorsunuz? En güzel düşüncelerinizi konuşurken tüketiyorsunuz, niçin yazmıyorsunuz?” sorusunu yöneltir. 

Wilde’in cevabı kişiliğini en güzel özetidir:

İDDİA ÜZERİNE “DORİAN GRAY’İN PORTRESİ” …

“Tabii, oyunlarım hiç iyi değil! Ama ne kadar eğlenceli şeyler, bir bilseniz! Hemen hepsi, bir bahis sonucu yazıldı. Dorian Gray de öyle; dostlarımdan biri asla roman yazamayacağımı iddia ettiği için birkaç günde yazdım onu. Yazmak o kadar canımı sıkıyor ki! Hayatımın en büyük dramı nedir, biliyor musunuz? Ben bütün dehamı hayatına harcadım; eserlerime sadece yeteneğimi harcadım.”

 Gide, Wilde’in bu son sözlerinin gerçeği yansıttığını şu örneklerle anlatır:

“Söylediği fazlasıyla doğruydu. En iyi yazıları bile, parlak konuşmasının soluk bir yansımasıydı ancak. Onun konuşmasını duymuş olanlar, eserlerini okuyunca düşkırılığına uğrarlar.” 

"BÜTÜN LONDRA OYUNLARINA KOŞUYORDU!"

Gide, ilk kez 1891’de ününün zirvesindeki Wilde ile karşılaşmasını şu şekilde anlatır:

Wilde o sıralarda, Thackeray’in, ‘büyük adamların başlıca yeteneği’ diye tanımladığı şeye, sükseye sahipti. Hareketleriyle, bakışlarıyla her durumda ağırlığını koyardı. Sükse yapacağı o kadar kesindi ki, sanki başarısı Wilde’dan önde gidiyordu, ona sadece ilerlemek kalıyordu. Kitapları şaşkınlık ve beğeni yaratıyordu. Bütün Londra, oyunlarını görmeye koşuyordu. Zengindi; büyüktü; güzeldi; mutluluk ve iltifata boğulmuştu. (…) Ondan sözedildiğini ilk önce Mallarme’nin evinde duymuştum; sohbetini göklere çıkarıyorlardı; kendisini tanımayı istiyor, ama ummuyordum. Mutlu bir tesadüf, daha doğrusu bu isteğimden sözettiğim bir dostum sayesinde tanıdım. Wilde’ı bir restoranda yemeğe davet etmişlerdi. Dört kişiydik, ama tek konuşan Wilde olmuştu.Wilde sohbet etmezdi; anlatırdı. Hemen hemen bütün yemek boyunca durmadan anlattı. Tane tane, ağır ağır anlatıyordu; sesi olağanüstüydü. Fransızcayı son derece iyi biliyordu ama bekletmek istediği kelimeleri sanki biraz ararmış gibi yapıyordu. Aksanı yok gibiydi; sadece olmasını istediği kadar, zaman zaman kelimelere yeni ve garip bir hava verecek kadar aksanı vardı. (…)

WİLDE’IN TUHAF ALIŞKANLIKLARI!..

Wilde’ın süksesi arttıkça (Londra’da aynı anda üç tiyatroda birden oyunları sahneleniyordu) hakkındaki dedikodular da artıyor, tuhaf alışkanlıkları olduğu söyleniyordu. (…) Bu söylentileri hayretler içinde dinliyordum. Wilde’ı  tanıdığımdan beri beni şüphelendirecek en ufak bir şey görmemiştim. Ama çok sayıda eski dostu, temkinli davranıp onu terketmeye başlamıştı bile. Kendisini henüz açıkça inkar etmeseler de, Wilde’la tanışıklıklarından gururlanmıyorlardı.”

Gide’in, “tuhaf alışkanlıklar” olarak tanımladığı, Wilde’ın Lord Douglas ile ilişkisiydi. Ününün zirvesindeki Wilde, bu söylentilerin yayılmasıyla birlikte inişe geçer, hakkında açılan dava sonucunda 1895’te “büyük ahlaksızlık” suçu işlediği gerekçesiyle iki yıl hapse mahkum edilir. Hapisten çıktıktan sonra bambaşka bir Wilde vardır. Wilde, o günlerin ünlü tatil yeri Güney Fransa yerine, çoğu kimsenin adını bile bilmediği Kuzey Fransa’da küçük bir yerde yaşamaya başlar. 

"AYNI YORGUN BAKIŞLAR..."

O günlerde Gide, Wilde’ı ziyaret eder ve ilk izlenimlerini paylaşır:

Oscar Wilde hapisten çıkar çıkmaz Fransa’ya geldi. Dieppe yakınlarında koydu, küçük bir köye, Berneval’e, Sebastian Melmoth adında biri yerleşti; bu Wilde’dı. Fransız dostlarından onu son gören ben olduğum için, ilk gören de ben olmak istedim. Adresini öğrenir öğrenmez koştum. (…) Wilde nasıl olup da yaşamak için Berneval’i seçmişti? İç karartıcı bir yerdi. (…) Sebastian Melmoth eski Oscar Wilde’a o kadar benziyordu ki; Cezayir’deki zorlama lirik Wilde’a değil, buhrandan önceki tatlı Wilde’a. Sanki iki değil, dört-beş yıl öncesine gitmiştik; aynı yorgun bakışlar, aynı keyifli gülüş, aynı ses…”

"HAYATIM SANAT ESERİNE BENZER..."

 Gide, Wilde’a, hapse gireceğini bile bile Cezayir’den İngiltere’ye dönmesinin nedenini öğrenmek ister. 

Gide, “İngiltere’de sizi neyin beklediğini, aşağı yukarı biliyordunuz, tehlikeyi görüp üzerine gittiniz, değil mi?” diye sorar.
 
Wilde’ın cevabı tam kendine özgüdür:

“Ah, tabii, tabii. Bir felaket olacağını biliyordum, bu ya da başkası, bir felaket bekliyordum. Olayın böyle bitmesi gerekiyordu. Düşünün: Daha ileriye gitmek mümkün değildi; daha fazla da süremezdi. İşte bu yüzden bitmesi gerekiyordu. Hapis beni tamamen değiştirdi. Ben de bunu umuyordum. (…) Benim hayatım bir sanat eserine benzer; bir sanatçı asla aynı şeye iki kere girişmez; girişiyorsa ilkinde başarılı olamamış demektir. Benim hapisten önceki hayatım mümkün olan en büyük başarıya ulaşmıştı. Artık tamamlanmış, bitmiş bir şey o.”

RUS YAZARLARIN MERHAMETİ

Gide, Wilde’a, Dostoyevski’nin Ölüler Evinden Anılar’ını okuyup okumadığını sorar:

“Rus yazarları olağanüstü. Eserlerinin hep büyük eserler olmasının nedeni, merhamete çekinmeden yer vermiş olmalarıdır. Eskiden Madam Bovary’yi çok severdim; ama Flaubert eserinde merhamete yer vermedi, o yüzden eseri büyük bir eser olarak görünmez, kapalıdır; bir eser merhametle açılır, sonsuz bir görünüm kazanır… Biliyor musunuz, intihar etmeme merhamet engel oldu. (…) Siz merhametin ne kadar olağanüstü olduğunu anlamış mıydınız? Ben her gece merhameti bana öğrettiği için Tanrı’ya dua ediyorum – evet, diz çöküp şükrediyorum. Çünkü ben hapse taştan bir kalple girdim, tek düşüncem kendi keyfimdi. Oysa şimdi kalbim paramparça; merhamet girdi yüreğime; artık dünyadaki en büyük, en güzel şeyin merhamet olduğunu anladım… Bu yüzden de beni mahkum edenlere, hiç kimseye kızamıyorum, çünkü bütün bunları onların sayesinde öğrendim.”

Birkaç ay sonra Gide, Wilde ile Paris’te karşılaşır. Wilde yazmayı planladığı oyunu yazamamış, derbeder ve sefil bir hale gelmişti. Gide'e, “Bakın, bir şey söyleyeceğim; hiç param yok…” der Wilde ... Gide’in, neden oyunu yazmadığı sorusuna da “Zaten sille yemiş birine kızmamalısınız” karşılığını verir. Bu son görüşmeleri olur...


(Andre Gide’in önsüzü/ De Profundis, Oscar Wilde, Can Yayınları)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder