Ölümünden
sonra Oscar Wilde ile ilgili anılarını yazan Andre Gide, Kuzey
Fransa’daki cenazesine gidemediği için üzgündür ama oradaki tabloyu şu sözlerle
aktarır:
“Oscar Wilde
Beaux-Arts sokağındaki sefil bir otelde öldü. Cenazeye yedi kişi katıldı;
üstelik hepsi mezarlığa kadar gitmedi. Tabutun üzerine konan çiçekler,
çelenkler arasında sadece birinin üzerinde yazı varmış; otel sahibinin
gönderdiği çelengin üzerinde şu sözler yazılıymış: KİRACIMA.”
Wilde’ın
hazin sonu ve hayatı birçok yazara konu oldu.
Gide ise onunla ilk
karşılaşmalarından son görüşmelerine kadar Wilde’da gözlemlediği değişimi ve
onun yazar kişiliğini en güzel özetleyen yazar oldu.
“DEHAMI
HAYATINA HARCADIM”…
Wilde’ın
ünlü, “Ben bütün dehamı hayatına harcadım; eserlerime sadece yeteneğimi
harcadım” sözlerini aktaran Gide, onun için, “Büyük bir yazar değildi ama
kelimenin tam anlamıyla büyük bir hayat adamıydı. Yunan filozofları gibi Wilde
da bilgeliğini yazıya dökmez, konuşmasıyla ve hayatıyla aktarırdı; bilgeliğini
tedbirsizce, insanların uçucu belleğine emanet ederdi, suyun üzerine yazar
gibi.” yorumunu üzüntüyle aktarır.
Gide, hapse
girmesinden önce Cezayir’de karşılaştığı Wilde’a, “Niçin daha iyi oyunlar
yazmıyorsunuz? En güzel düşüncelerinizi konuşurken tüketiyorsunuz, niçin
yazmıyorsunuz?” sorusunu yöneltir.
Wilde’in cevabı kişiliğini en güzel özetidir:
İDDİA
ÜZERİNE “DORİAN GRAY’İN PORTRESİ” …
“Tabii,
oyunlarım hiç iyi değil! Ama ne kadar eğlenceli şeyler, bir bilseniz! Hemen
hepsi, bir bahis sonucu yazıldı. Dorian Gray de öyle; dostlarımdan biri asla
roman yazamayacağımı iddia ettiği için birkaç günde yazdım onu. Yazmak o kadar
canımı sıkıyor ki! Hayatımın en büyük dramı nedir, biliyor musunuz? Ben bütün
dehamı hayatına harcadım; eserlerime sadece yeteneğimi harcadım.”
Gide,
Wilde’in bu son sözlerinin gerçeği yansıttığını şu örneklerle anlatır:
“Söylediği fazlasıyla doğruydu. En iyi yazıları bile, parlak konuşmasının soluk bir
yansımasıydı ancak. Onun konuşmasını duymuş olanlar, eserlerini okuyunca
düşkırılığına uğrarlar.”
"BÜTÜN LONDRA OYUNLARINA KOŞUYORDU!"
Gide, ilk
kez 1891’de ününün zirvesindeki Wilde ile karşılaşmasını şu şekilde anlatır:
“Wilde o
sıralarda, Thackeray’in, ‘büyük adamların başlıca yeteneği’ diye tanımladığı
şeye, sükseye sahipti. Hareketleriyle, bakışlarıyla her durumda ağırlığını
koyardı. Sükse yapacağı o kadar kesindi ki, sanki başarısı Wilde’dan önde
gidiyordu, ona sadece ilerlemek kalıyordu. Kitapları şaşkınlık ve beğeni
yaratıyordu. Bütün Londra, oyunlarını görmeye koşuyordu. Zengindi; büyüktü;
güzeldi; mutluluk ve iltifata boğulmuştu. (…) Ondan sözedildiğini ilk önce
Mallarme’nin evinde duymuştum; sohbetini göklere çıkarıyorlardı; kendisini
tanımayı istiyor, ama ummuyordum. Mutlu bir tesadüf, daha doğrusu bu isteğimden
sözettiğim bir dostum sayesinde tanıdım. Wilde’ı bir restoranda yemeğe davet
etmişlerdi. Dört kişiydik, ama tek konuşan Wilde olmuştu.Wilde
sohbet etmezdi; anlatırdı. Hemen hemen bütün yemek boyunca durmadan anlattı.
Tane tane, ağır ağır anlatıyordu; sesi olağanüstüydü. Fransızcayı son derece
iyi biliyordu ama bekletmek istediği kelimeleri sanki biraz ararmış gibi
yapıyordu. Aksanı yok gibiydi; sadece olmasını istediği kadar, zaman zaman
kelimelere yeni ve garip bir hava verecek kadar aksanı vardı. (…)
WİLDE’IN
TUHAF ALIŞKANLIKLARI!..
“Wilde’ın
süksesi arttıkça (Londra’da aynı anda üç tiyatroda birden oyunları
sahneleniyordu) hakkındaki dedikodular da artıyor, tuhaf alışkanlıkları olduğu
söyleniyordu. (…) Bu söylentileri hayretler içinde dinliyordum. Wilde’ı tanıdığımdan beri beni şüphelendirecek en ufak
bir şey görmemiştim. Ama çok sayıda eski dostu, temkinli davranıp onu
terketmeye başlamıştı bile. Kendisini henüz açıkça inkar etmeseler de, Wilde’la
tanışıklıklarından gururlanmıyorlardı.”
Gide’in,
“tuhaf alışkanlıklar” olarak tanımladığı, Wilde’ın Lord Douglas ile
ilişkisiydi. Ününün zirvesindeki Wilde, bu söylentilerin yayılmasıyla birlikte inişe
geçer, hakkında açılan dava sonucunda 1895’te “büyük ahlaksızlık” suçu işlediği
gerekçesiyle iki yıl hapse mahkum edilir. Hapisten çıktıktan sonra bambaşka bir
Wilde vardır. Wilde, o günlerin ünlü tatil yeri Güney Fransa yerine, çoğu
kimsenin adını bile bilmediği Kuzey Fransa’da küçük bir yerde yaşamaya başlar.
"AYNI YORGUN BAKIŞLAR..."
O günlerde
Gide, Wilde’ı ziyaret eder ve ilk izlenimlerini paylaşır:
“Oscar Wilde
hapisten çıkar çıkmaz Fransa’ya geldi. Dieppe yakınlarında koydu, küçük bir
köye, Berneval’e, Sebastian Melmoth adında biri yerleşti; bu Wilde’dı. Fransız
dostlarından onu son gören ben olduğum için, ilk gören de ben olmak istedim.
Adresini öğrenir öğrenmez koştum. (…) Wilde nasıl olup da yaşamak için
Berneval’i seçmişti? İç karartıcı bir yerdi. (…) Sebastian Melmoth eski Oscar
Wilde’a o kadar benziyordu ki; Cezayir’deki zorlama lirik Wilde’a
değil, buhrandan önceki tatlı Wilde’a. Sanki iki değil, dört-beş yıl öncesine
gitmiştik; aynı yorgun bakışlar, aynı keyifli gülüş, aynı ses…”
"HAYATIM SANAT ESERİNE BENZER..."
Gide,
Wilde’a, hapse gireceğini bile bile Cezayir’den İngiltere’ye dönmesinin
nedenini öğrenmek ister.
Gide, “İngiltere’de sizi neyin beklediğini, aşağı
yukarı biliyordunuz, tehlikeyi görüp üzerine gittiniz, değil mi?” diye sorar.
Wilde’ın cevabı tam kendine özgüdür:
“Ah, tabii,
tabii. Bir felaket olacağını biliyordum, bu ya da başkası, bir felaket
bekliyordum. Olayın böyle bitmesi gerekiyordu. Düşünün: Daha ileriye gitmek
mümkün değildi; daha fazla da süremezdi. İşte bu yüzden bitmesi gerekiyordu.
Hapis beni tamamen değiştirdi. Ben de bunu umuyordum. (…) Benim hayatım bir
sanat eserine benzer; bir sanatçı asla aynı şeye iki kere girişmez; girişiyorsa
ilkinde başarılı olamamış demektir. Benim hapisten önceki hayatım mümkün olan
en büyük başarıya ulaşmıştı. Artık tamamlanmış, bitmiş bir şey o.”
RUS
YAZARLARIN MERHAMETİ
Gide,
Wilde’a, Dostoyevski’nin Ölüler Evinden Anılar’ını okuyup okumadığını sorar:
“Rus
yazarları olağanüstü. Eserlerinin hep büyük eserler olmasının nedeni, merhamete
çekinmeden yer vermiş olmalarıdır. Eskiden Madam Bovary’yi çok severdim; ama
Flaubert eserinde merhamete yer vermedi, o yüzden eseri büyük bir eser olarak görünmez,
kapalıdır; bir eser merhametle açılır, sonsuz bir görünüm kazanır… Biliyor
musunuz, intihar etmeme merhamet engel oldu. (…) Siz merhametin ne kadar
olağanüstü olduğunu anlamış mıydınız? Ben her gece merhameti bana öğrettiği
için Tanrı’ya dua ediyorum – evet, diz çöküp şükrediyorum. Çünkü ben hapse
taştan bir kalple girdim, tek düşüncem kendi keyfimdi. Oysa şimdi kalbim
paramparça; merhamet girdi yüreğime; artık dünyadaki en büyük, en güzel şeyin
merhamet olduğunu anladım… Bu yüzden de beni mahkum edenlere, hiç kimseye
kızamıyorum, çünkü bütün bunları onların sayesinde öğrendim.”
Birkaç ay
sonra Gide, Wilde ile Paris’te karşılaşır. Wilde yazmayı planladığı oyunu
yazamamış, derbeder ve sefil bir hale gelmişti. Gide'e, “Bakın, bir şey
söyleyeceğim; hiç param yok…” der Wilde ... Gide’in, neden oyunu yazmadığı sorusuna da
“Zaten sille yemiş birine kızmamalısınız” karşılığını verir. Bu son görüşmeleri olur...
(Andre
Gide’in önsüzü/ De Profundis, Oscar Wilde, Can Yayınları)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder