Translate

25 Temmuz 2010 Pazar

Yabancı Gözüyle Türk Romanı

“Yabancı”, Princeton Üniversitesi’ndeki doktora çalışmasını, 1872-1900 yılları arası TÜRK ROMANI üzerine yapan Robert P.Finn’dir.

Finn’in, 1976-77 yıllarındaki çalışması, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş, dağılma sürecinin ruh kargaşasını ortaya koyar.

Ellerindekinin gitmekte olduğunu gören Osmanlı aydını, yeniliklere sarılmak ister ve kendilerinden çok ileri olan Avrupa’ya döner; vakit sınırlıdır, Avrupa’yı sadece şekil olarak taklit eder ve bu şekilcilik bugün de hala varlığını sürdürecek genel bir alışkanlık haline gelir; esasa girmek yerine dış çerçeveyi, görünüşü değiştirmek temel karakterdir artık.

Türkçe de dahil 15 dil bilen Finn, 2002-2003 tarihleri arasında ABD’nin Afganistan Büyükelçisi olarak görev yapmış, Nazlı Eray’ın Orpheus adlı eserini İngilizce’ye çevirmiştir.

TOMRİS UYAR TÜRKÇE’YE ÇEVİRDİ 

Finn’in tezini Türkçe’ye kazandıran Tomris Uyar’dır.

Bu da kitabın dikkate alınmasını gerektirecek bir işarettir.

1872 ile 1900 yılları arasında “aşağı yukarı” 35 Türk romanı yayınlandığına dikkat çeken Finn, kitabında bunlardan 18’ine değinmiş, 13’ünü de irdelemiştir.

Finn, Türkçe’deki roman tarihini, 1872’de yayınlanan Şemsettin Sami’nin Taaşşuk-i Talat ve Fitnat adlı romanıyla başlatır:

Taaşşuk-i Talat ve Fitnat, gerçek aşkın özü, aşkta özverinin önemi gibi konulara eğilişiyle olduğu kadar, betimlemeleriyle de bu masalları (Leyla ile Mecnun, Hüsrev ile Şirin) anımsatır; oysa anakonu, on dokuzuncu yüzyıl sonlarının bir toplumsal sorunu olan görücü evliliğidir. Yine de bu masalda Talat’ın annesinin ağzından dinlediğimiz kendi başından geçen aşk öyküsü, temelde Leyla ile Mecnun’dan alınmadır.”

NEDENSELLİK YOK 

Finn, Divan Edebiyatı geleneğinin temelde, “kişilerin ruh durumlarını vurgulama” ya dayandığını, toplumun durumunun ağırlık taşımadığına, bu geleneği sürdüren ilk Türk romanlarının da aynı şekilde, “nedensellik ilkesine” uygun eylemle ilgilenmedikleri tespitini yapar.

“Türk romanı, İngiliz ve Rus romanında gördüğümüz kırsal panoramaya ilgi duymaz. Tarihi süresince kentçiliği ağır basan bir olgudur, bu; önceleri İstanbul ve çevresinin, daha sonra da Adalet Ağaoğlu ve Sevgi Soysal’ın yapıtlarında görüldüğü gibi, Ankara’nın değerleriyle ilkelerini yansıtır. (…)
“İngiltere’de ve Fransa’da roman, aslında orta sınıfların yaşama alanıdır, öyle olagelmiştir; ne var ki, yüzyıl öncesinin Türkiyesi’nde roman türü, küçük, sezgili bir okur kitlesine seslenen, kentli ve aydın bir seçkinler tabakasının buyruğundaydı. Yani roman, yaratıcının algılarını, büyük ölçüde paylaşan bir okura, yine tanıdık bir yaşam aracılığıyla sesleniyor. Romanın ortamı, toplumu tümüyle kapsamıyordu; yeni yeni ayrıcalıklar kazanmış bir tabakanın ortamıydı.”

ÇÖKÜŞ DÖNEMİNİN ALEGORİSİ

Finn, ilk romanlarla ilgili ilginç bir tespit yaparak, bunlardaki karamsarlığı, Osmanlığı İmparatorluğu’nun çöküş döneminde olmasının bir yansıması olarak görür. Yazarlar, toplumsal ve siyasi konularda yazamıyorlardır ama bir aile içi hikayenin rengini/tonunu belirleyen yine toplumsal/siyasal gelişmeler olmaktadır:

“Ekonomik ve toplumsal yozlaşmayla hızlanan çöküş döneminin alegorisi, gittikçe kararan bir roman atmosferi içinde izlenir. Türk romanının 1872’den 1900’e kadar gösterdiği gelişme, yabancı bir tekniğin topluma ustaca yedirilişi açısından ilginç bir tarihçedir.”

HALİT ZİYA UŞAKLIGİL'İN İNCELMİŞ TEKNİĞİ

Finn, Şemsettin Sami’den, “yalnızca Paris’li gündeşlerinin edebiyat yöntemlerini özümlemekle kalmayan bir sonraki kuşağın estetik akımlarını haber veren” Halid Ziya Uşaklıgil’in “incelmiş, usta tekniğine” varıncaya kadarki dönemi/dönüşümü; Fransa’da 1678 yılında yayınlanan, (psikolojik romanda modern geleneğin başlangıcı kabul edilen) La Princesse de Clèves’den, (psikolojik romanın güçlü ismi) Paul Bourget’in (1852 1935) Çömez’i arısandaki “korkunç uzun yolun katedilmesi" olarak görür.

“Böylesine inanılmaz bir yolun bir kuşağın yaşamı süresince alınması, o dönem Türk romanının öykünmeciliğine bağlanabilir. Ayrıca bu gelişim, ne özde ne kronolojide Fransız romanının gelişimine koşut gitmez, umulabileceği gibi oldukça rastgele ve görelidir.” görüşünü savunur.

Üstelik bu iki Fransız romanı arasında, Rus ve İngiliz klasik yazarlarını saymazsak, sadece Fransa’da şu büyük isimler vardır:

Stendhal (1783-1842), Honore de Balzac (1799-1850), Prosper Merime (1803-1870), Gustave Flaubert (1821-1880), Goncourt Kardeşler: Edmond de Goncourt (1822-1896) / Jules de Goncourt (1830-870), Alpnonse Daudet (1840-1897), Guy de Maupassant (1850-1893).

(Robert P. Finn, Türk Romanı/İlk Dönem 1872-1900, Bilgi Yayınevi)

1 yorum:

  1. Yazılarınızı keyifle okudum. Umarım devam edersiniz..
    Sevgiler
    Rengarenk ve Siyah

    YanıtlaSil