Translate

8 Haziran 2010 Salı

Sartre: “Herşeyi Onda Buldum”

Jean Paul Sartre da, Simone de Beauvoir da yılın aynı gününde, 14 Nisan’da ölürler. Başı çeken yine Sartre’dır. Sartre’ın 1980’de, Beauvoir’ın da 1986’da bu dünyadan ayrılmalarından sonra külleri Montparnasse mezarlığında aynı mezar taşının altında olsa da Beauvoir, “Ölümü bizi ayırıyor. Ölümüm bizi birleştirmeyecek. Bu böyle. Yaşamlarımızın o kadar uzun bir süre uyumlu gidebilmiş olması bile çok güzel bir şey” diye yazmıştı.

SARTRE'IN CENAZESİ

Yaklaşık 50 bin kişinin katıldığı cenaze törenini anlatırken de, “Bunun tam da Sartre’ın istediği ve hiç bilemeyeceği cenaze töreni olduğunu düşünüyordum. Cenaze arabasından indiğimde, tabut mezarın içine konmuştu bile. Bir iskemle istedim, bomboş bir kafayla mezarın kıyısında oturup kaldım” der, Sartre’ın son on yılını anlattığı Veda Töreni’nde. Beauvoir, cenaze sonrasında zatürrre olur ve oldukça geç sağlığına kavuşur.

İşte o günlerde Beauvoir’ın en yakınındaki kişi, 1960 yılında tanıştığı ve 1981 yılında evlat edindiği felsefe hocası Sylvie Le Bon de Beauvoir’dır. Sylvie Le Bon, Jacques Deguy ile birlikte Beauvoir’ın hayatına kuşbakışı bakan Özgürlüğü Yazmak’ı kaleme alır. Kitap, Beauvoir’ın çeşitli tarihlerle çekilmiş çok sayıda fotoğrafına da yer verir. Beauvoir, bunların tümüne, her erkeğin kolay tahammül edemeyeceği kadar “akıllı bakışlı” bir kadın olarak yansır.

ANLAŞMA

1929 yılında felsefe eğitimi sırasında yolları keşişen ikilinin beraberlikleri 1980’de Sartre’ın ölümüne kadar 51 yıl devam eder. Her zaman birbirlerine, “siz” diye hitap ederler. Sartre’ın sağlığını yitirdiği dönem hariç ayrı evlerde yaşarlar. Sartre’ın daha ilk tanıştıklarında poligam olduğunu söylemesi üzerine, iki yılla sınırlı bir sadakatten sonra her birinin kendi yolunu çizmesine imkan veren bir “anlaşma” yaparlar. İki yıldan sonra aralarına birçok başka aşklar girse de bağlarını hiçbir zaman koparmazlar. Kitaplarını, birbirlerinin onayını almadan yayınlamazlar. Deliler gibi çalışırlar, birlikte tatile giderler. “Ama ‘tatil’ dedikleri şey de gidip başka yerde çalışmak demektir. Çalışma olmaksızın yaşam onlara yavan gelir”.

BEAUVOİR FELSEFEDE İKİNCİ

Dalga dalga dünyaya yayılan etkilerinin temel taşını felsefe oluşturur. Onlar felsefeden güç alırlar. Her ne kadar Sartre felsefede ön planda görünse de, Beauvoir da ondan geri kalmaz. 1929 yılında “pek fazla çalışmadan” girdikleri agregasyon sınavında Sartre birinci, Beauvoir ikinci, Paul Nizan da beşinci olur. Beauvoir, geleneksel kadın modelini yıkmaya daha o tarihte başlayacak kadar özgüven ve zeka sahibidir.

1974 yılında Beauvoir’ın Sartre ile yaptığı - ne yazık ki bugün artık yeni basımı yapılmayan- Söyleşiler’deki karşılıklı konuşmalar, Varlık ve Hiçlik’in doğuş sürecine ilişkin ipuçlarını verir.

SARTRE'IN TUTSAKLIĞI

Sartre, “Tutsaklığım (Almanya/1940-41) sırasında neyimin eksik olduğunu soran bir Alman subayına şöyle yanıt verdim: Heidegger” der. Beauvoir, “Belki Heidegger’in rejim tarafından iyi görülmüş olmasındandır…” yorumunu yapınca, Sartre, “Belki. Her neyse, tutup onu verdiler bana. Kocaman, pahalı bir cilt. Şaşılası şeydir çünkü o zamanlar kimseye çiçekler sunarak davranılmıyordu, biliyorsunuz. (…) Heidegger’i tutsak kampındayken okudum. Onu kendisinden çok Husserl aracılığı ile anladım zaten. Daha önce de 36’da biraz okumuştum zaten…” karşılığını verir.

Heidegger’in 1927’de yayınlanmış Varlık ve Zaman’ının açtığı yolda Sartre 1943’te Varlık ve Hiçlik’le varoluşçuluğa kendi damgasını vurur. Ama Sartre aynı noktada kalmaz, 1960’ta Diyalektik Aklın Eleştirisi’ni yayınlar. Türkiye ise Sartre’dan 68 yıl sonra Heidegger’in o ünlü yapıtıyla geçen yıl tanıştı, bu yıl da Varlık ve Hiçlik yayınlanabildi.


FRANSIZ ERKEĞİ

Beauvoir, feminizmde önemli bir dönüm noktası olan İkinci Cins’i 1949’da yayınladığında dostları Albert Camus bile Beauvoir’ı, “Fransız erkeğini gülünç düşürmekle” suçlasa da ilk cilt bir haftada yirmi bin satar. “Ama bu bir skandalın başarısıdır, yazara çirkin mektuplar ve hakaretler yağdırılır. Kitapçılar kitabı satmayı reddeder, Vatikan kara listeye alır. Varoluşçulara düşmanca bir tutum içindeki Komünist Parti ‘bunun’ işçi kadınları ilgilendirmediğini ilan eder.” Beauvoir ise gezmeye ve çalışmaya devam eder ve “üstünde dört yıl çalıştığı” Mandarinler romanıyla 1954’te Goncourt ödülünü kazanır.


NOBEL'E RED

Buna karşılık Sartre, 1945’te Legion d’Honneur, 1964’te de Nobel ödülünü reddetmiştir.
1974/Söyleşiler’de bunun gerekçesini anlatan Sartre, “Legion d’Honneur ya da Nobel armağanı olsun, sözkonusu onuru veren insanlar böyle bir onuru verme niteliğine sahip değildirler. Kant’a yahut Descartes’a, Goethe’ye şu anlamda gelen bir armağan verme hakkına kim sahiptir anlayamam” der. İnsanların birbirlerine “onur” sunmalarını kabullenemez, bunu kendi gerçeğinin yadsınması olarak görür.

Beauvoir da Sartre da çok gezerler; Çin’den, SSCB’den, Mısır’dan, Küba’dan, Brezilya’dan resmi davet alırlar, birçoğunda devlet başkanı gibi karşılanırlar. De Gaulle karşıtı gösterilerde önde yürürler, Cezayir’e müdahaleye karşı çıkarlar, Cezayir’in bağımsızlığına karşı çıkan radikal gruplar iki kez Sartre’ın oturduğu evin önünde plastik bomba patlatır. İkilinin bu süreçte yaşadığı tehdit ancak 1962’de Cezayir’in bağımsızlığını kazanmasıyla son bulur.

1968 OLAYLARI

1968 olayları sırasında polis baskısına karşı öğrencilere destek verirler. “Beauvoir, yerleşik iktidara karşı, kurumsal sola karşı düşüncelerini, düzenli olarak kapatılan ya da toplatılan gazetelerde dile getirir. İkili, bu gazetelere yardım etmek için mali ve hukuki açıdan çalışmaya koyulurlar. Sözgelimi Beauvoir 1970’te Paris sokaklarında arkadaşlarıyla birlikte La Cause du peuple gazetesini satacaktır.” Yasaklanmış bir gazeteyi satsalar da onları hapse atmayı göze alamayan Fransa, kısa bir gözaltı ile yetinir ama ikilinin bütün bunlara bakışı sıradan insanlarınkinden çok farklıdır. Onlar 26 Haziran 1970’te Paris’in geniş bulvarlarında bu gazeteyi satarken, “…tutuklanmayı başarırlar ve buna çok memnun olurlar. Karakolda kısa bir süre tutulduktan sonra serbest bırakılırlar.”

Ekim ayında ise, Sartre, Liberation gazetesinin temelini atar, “Bütün bunlar polisle birlikte hapishane arabasına binmelerine ve çok eğlenmelerine yol açar!”

VAROLUŞÇULUK

Kitapta, Beauvoir’ın “uzun zaman medyaya muhalif” olduğu belirtilir. Aslında bu şaşırtıcı değildir . Daha 1940’larda Fransa’da basının varoluşçuluğa getirdiği tanımlama ve daha sonraki adımlarında medyanın yaklaşımı bu tavrı göstermelerine neden olur.

Sartre’ın Varlık ve Hiçlik’i 1943’te yayınlanmıştır ama basın bunu umursamaz, “skandal aramaktadır”. Basının gözündeki “varoluşçu”, Alman işgalinden sonraki “çılgınca yaşama sevinci”, “Amerikan cazına düşkünlükleri ve çarpıcı şık giyimleriyle öne çıkan gençler” olarak bilinen “zazou” ların acayiplikleridir. Hayatı boyunca basının “skandal” arayışına muhatap olan Beauvoir, ölümünden sonra da bundan kaçamaz. Beauvoir’ın 100. doğum günü nedeniyle Le Nouvel Observateur dergisi geçen yıl Beauvoir’ın çıplak fotoğrafını yayınlayarak, tartışma yaratır. Neden Sartre’ın da aynı tarz bir fotoğrafının yayınlanmadığını soranlar olur. Ama Sartre bile bir keresinde kadınlara bakışını değiştiremediğini itiraf etmiştir. Sartre, 1965 yılında Beauvoir hakkında konuşurken, “Onda harika olan taraf, bir erkeğin zekasına –konuşma tarzımdan hala biraz köleci olduğumu anlarsınız -- ve bir kadının duyarlılığına sahip olması. Bir başka deyişle, arzulayabileceğim her şeyi tam olarak onda buldum” demiştir.

(Jacques Deguy ve Sylvie Le Bon de Beauvoir,SİMONE DE BEAUVOİR/ ÖZGÜRLÜĞÜ YAZMAK,Yapı Kredi Yayınları)

Radikal Kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder