“Bir romanda, bir biyografide, bir ruhsal çözümlemede uzun uzadıya anlatmalar, anlamsız ve boşuna sayıp dökmeler, kesinlikten yoksun belirsizlikler, aşırılıklar beni şaşırtır, hatta kızdırır. Yaprak yaprak yükselen ve son sayfaya kadar soluğu kesercesine sürükleyen bir kitabın tam tadına varabilirim ancak. Elime aldığım kitapların onda dokuzu yersiz betimlemeler, gevezeliklerle dolu diyaloglar ve hiç de gerekli olmayan ikinci planda kişilerle pek fazla şişirilmiş, bu yüzden de sürükleyiciliğini iyice yitirmiş, dinamizmden yoksun düşmüştür.
KLASİKLERDEKİ KOF YERLER
"Hatta en ünlü klasiklerde bile öyle kof ve ağır yerler vardır ki, keyfim kaçar. Homer ve Balzac’tan,
Dostoyevski ve Zauberberg’e (Thomas Mann’ın çok uzun ve ünlü romanı Büyülü Dağ) kadar bütün dünya edebiyatını, yazarın gereksiz yanlarını iyice kısaltıp yeni ve gözden geçirilmiş bir dizide yayınlamayı, işte bundan ötürü editörlere sık sık öğütlemişimdir. Zaman aşımına dayanabilecek yanları olduğuna hiç kuşkum bulunmayan bütün bu yapıtlar ancak böyle yeniden canlılığa kavuşunca günümüzü etkileyebilir.
MARİE ANTOİNETTE
“Uzun uzadıya anlatılan her şeyden böylesine hoşlanmayışım, yabancı yapıtları okuyup kendime aktarırken beni olağanüstü uyanık yapar. Aslında, kolay ve akıcı yazarım. Bir kitabımın yazılışında kalemi başıboş bırakırım ve rastgele anlatırım. Biyografide, elde ettiğim değerli ne kadar ayrıntı varsa kullanırım. Marie Antoinette gibi bir biyografi yazarken, kullanışlılık değerini anlamak için her şeyi gözden geçirmiş, o günlerin bütün gazete ve dergi yazılarını inceleyip bütün duruşma dosyalarını en son satırına kadar didik didik etmişimdir. Ama kitabımın basılışında bütün bunlardan tek satır yoktur. Çünkü bir kitabımın taslağını ortaya koyduktan sonra başlar, asıl çalışmam. Bir tür toplayıp sıkıştırmak, yeniden oluşturmak diyebileceğim bu işte, yeni yeni nüshalar ortaya koymaya doyamam. Bu bir bakıma gemi güvertesinden durmamacasına safra atmak, sürekli bir sıklaştırma ve durulmadır. Başkaları, elde ettikleri her satırı olduğundan daha genişletip derinleştirmek için belirli bir tutkunluk duyar. Bendeyse, ortaya koyacağımdan hep çoğunu öğrenmiş olmak gibi şiddetli bir istek vardır. Bu yoğunlaştırma ve etkililiği artırma işi, basılı kağıtlarda bir kez, iki veya üç kez daha yinelenir. Değeri azaltmayıp akıcılığı da artıran atılacak daha bir cümle, hatta tek bir söz bulabilme çabam, sonunda keyifli bir avlama halini alır. Bütün çalışmalarımın en hoşlandığım yanı, işte bu vazgeçip atıvermelerdir.
SÜRÜKLEYİCİLİK
"Günün birinde çalışmalarımdan çok hoşnut kalktığımı görüp pek mutlu bir halim olduğunu söyleyen karıma, gururla, ‘Evet, bütün bir parçayı daha çizip geçişi hızlandırdım’ dediğimi hatırlarım. Kitaplarımın sürükleyici hızlılığı bazen övülüyorsa bu olağan bir aşırı istek ya da heyecanlanma sonucu değil, tersine, yalnızca bütün gereksiz araları ve önemsiz sesleri hep atabilmemdendir. Eğer bunu bir sanat sayarsak, vazgeçebilme sanatı diye adlandıracağım. Ama bin sayfalık bir kitaptan sekiz yüzü kağıt sepetini boylayıp geriye ancak iki yüz sayfalık bir öz kaldığında hiç de yakınmam. Kitaplarımın azbuçuk etkililiğini ille de bir şeyle açıklamak gerekirse, daha hesaplı bir biçime zorlayan, mutlaka gerekliyle yetinen — sıkı bir disiplindir—derim.”
(Dünün Dünyası, Stefan Zweig, Can Yayınları)
KLASİKLERDEKİ KOF YERLER
"Hatta en ünlü klasiklerde bile öyle kof ve ağır yerler vardır ki, keyfim kaçar. Homer ve Balzac’tan,
Dostoyevski ve Zauberberg’e (Thomas Mann’ın çok uzun ve ünlü romanı Büyülü Dağ) kadar bütün dünya edebiyatını, yazarın gereksiz yanlarını iyice kısaltıp yeni ve gözden geçirilmiş bir dizide yayınlamayı, işte bundan ötürü editörlere sık sık öğütlemişimdir. Zaman aşımına dayanabilecek yanları olduğuna hiç kuşkum bulunmayan bütün bu yapıtlar ancak böyle yeniden canlılığa kavuşunca günümüzü etkileyebilir.
MARİE ANTOİNETTE
“Uzun uzadıya anlatılan her şeyden böylesine hoşlanmayışım, yabancı yapıtları okuyup kendime aktarırken beni olağanüstü uyanık yapar. Aslında, kolay ve akıcı yazarım. Bir kitabımın yazılışında kalemi başıboş bırakırım ve rastgele anlatırım. Biyografide, elde ettiğim değerli ne kadar ayrıntı varsa kullanırım. Marie Antoinette gibi bir biyografi yazarken, kullanışlılık değerini anlamak için her şeyi gözden geçirmiş, o günlerin bütün gazete ve dergi yazılarını inceleyip bütün duruşma dosyalarını en son satırına kadar didik didik etmişimdir. Ama kitabımın basılışında bütün bunlardan tek satır yoktur. Çünkü bir kitabımın taslağını ortaya koyduktan sonra başlar, asıl çalışmam. Bir tür toplayıp sıkıştırmak, yeniden oluşturmak diyebileceğim bu işte, yeni yeni nüshalar ortaya koymaya doyamam. Bu bir bakıma gemi güvertesinden durmamacasına safra atmak, sürekli bir sıklaştırma ve durulmadır. Başkaları, elde ettikleri her satırı olduğundan daha genişletip derinleştirmek için belirli bir tutkunluk duyar. Bendeyse, ortaya koyacağımdan hep çoğunu öğrenmiş olmak gibi şiddetli bir istek vardır. Bu yoğunlaştırma ve etkililiği artırma işi, basılı kağıtlarda bir kez, iki veya üç kez daha yinelenir. Değeri azaltmayıp akıcılığı da artıran atılacak daha bir cümle, hatta tek bir söz bulabilme çabam, sonunda keyifli bir avlama halini alır. Bütün çalışmalarımın en hoşlandığım yanı, işte bu vazgeçip atıvermelerdir.
SÜRÜKLEYİCİLİK
"Günün birinde çalışmalarımdan çok hoşnut kalktığımı görüp pek mutlu bir halim olduğunu söyleyen karıma, gururla, ‘Evet, bütün bir parçayı daha çizip geçişi hızlandırdım’ dediğimi hatırlarım. Kitaplarımın sürükleyici hızlılığı bazen övülüyorsa bu olağan bir aşırı istek ya da heyecanlanma sonucu değil, tersine, yalnızca bütün gereksiz araları ve önemsiz sesleri hep atabilmemdendir. Eğer bunu bir sanat sayarsak, vazgeçebilme sanatı diye adlandıracağım. Ama bin sayfalık bir kitaptan sekiz yüzü kağıt sepetini boylayıp geriye ancak iki yüz sayfalık bir öz kaldığında hiç de yakınmam. Kitaplarımın azbuçuk etkililiğini ille de bir şeyle açıklamak gerekirse, daha hesaplı bir biçime zorlayan, mutlaka gerekliyle yetinen — sıkı bir disiplindir—derim.”
(Dünün Dünyası, Stefan Zweig, Can Yayınları)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder